Şiir ve öykünün kardeşliğinden söz ederken aslında edebiyatın diğer dallarının da yani anı, roman, denem araştırma, inceleme hepsinin kardeşliğinden söz etmek mümkündür.

Her biri nisanlık çıtasının ve kalitesinin daha yukarı çıkarılmasını amaçlar. Bu nedenle de ve bu anlamda bir kardeşlik bağı bulunduğuna inanırım.

                Durum böyle olmakla birlikte, şiir dışındaki alanlardaki kardeşlik bağının genetik olduğuna ama ne var ki şiirle tüm bu alanlar arasındaki kardeşlik bağının ise zorunlu olmayıp “ seçilmiş” kardeşlik olduğuna inanırım. Çünkü şiirin oluşumu itibariyle ve yapısı gereği diğer alanlardan farklı bir durumu vardır ve farklı durum öz olarak kardeşlik ilişkisini imkansız kılar.

 

                Bunun en başta gelen nedeni de tüm diğer dallarda metnin temelini sözcüklerin sözlükteki düz anlamları oluştururken, şiirde yananlamlar oluşturur. Hatta çoğu kez sözcükler sözlükteki anlamlarından tamamen sıyrılmış vaziyette şiire girerler ve şiirin bütününün kendilerine verdiği anlamları yüklenirler. Ancak öyle şiir olma şerefine erişirler.Ve bu her şiire özgü bir kerecik bir durumdur. Her şiiri  oluşturan “ bütün” ayrı olduğu için, bu şiirdeki bir sözcük başka bir şiirde başka bir anlamı yüklenir.

 

                Hangi sözcüğün hangi anlamı alacağını, o şiirin bütünü oluştuktan sonra verilen ip uçlarından çözebiliriz ancak. Şiiri yakaladıktan sonra ve şifreyi bulduktan sonra hayretle bakarız ki, bu sözcüklerin anlamı bütünün hizmetine girmiştir. O şiir, sadece o şiire özgü olmak üzere kendi semantiğini  yaratmıştır.

Öykünün sözcükleri giderken, şiirin sözcükleri gittikleri yerden  geri dönmeye başlamışlardır bile. Çünkü öykü ve diğerlerinde sözcüğün anlamı gider nesneye , yapışır ve kalır. Ama şiirde sözcük nesneye çarpar, ondan birkaç şey alır ve döner. Bumerang etkisi derler buna. Şiirde anlam nesnede değil yine şiirin içinde aranır. Bu nedenle de öyküyle şiirin sözcükleri  yolda karşılaşabilirler ancak

Şiiri oluşturan bir ilk “fısıltı” vardır kulağa üflenen. Bu kimi kez bir dizedir, bir sözcüktür, şiirin bir kısmıdır kimi zaman da. Hatta kimi zaman şiiri oluşturup çekip gittiği de olur. Ama her ne olursa olsun ve ister şiirin içinde kalsın ister cismi çekip gitsin o  şey şiirin ruhudur. Ve yine bu durum, şiirin öz itibariyle öykü dahil diğer edebiyat dallarından farklı bir şekilde oluştuğunu gösterir bize. Yani şiir yazılmaz diğerleri gibi. “Şiir verilir” Bir vahiy gibi fısıldanır şairin kulağına. Şiiri yazdıran bu fısıltı bir başka alemden gelmiştir. Bu başka âlemin neresi olduğunu şairin kendisi bilir. Zaten üslup dediğimiz de budur. Görünüşte her edebiyat dalı sözcüklerle yazılıyor gibi görünse de, şiiri şiir yapan bir tad, bir koku vardır. Bu tad ve koku olmadan şiir olamıyor ne yazık ki. Kuru sözcükler oluyor sadece. İşte her şair kendi üslubunca bu tad ve kokuyu bulunduğu alemden alır getirir ve şiirine noktayı koyar. Bu bir boyut değişimidir. Az buz bir iş değildir.

Durum böyle olmakla birlikte şiirin de öykünün de biçim olarak kısa olması, az sözcüğe daha çok anlam sığdırma çabası diğer edebiyat dallarına nazaran birbirlerine yakın durmalarını sağlamaktadır.

Ve yine genetik olarak kardeş olamasalar da, kardeş olma arzusu içinde olmaları, birbirlerini yakın bularak ve isteyerek kardeş olma çabaları, doğuştan mecburi kardeşlikten her zaman iyidir ve iki edebiyat dalının da, insan denen varlığın uyanması ve gelişmesi, incelmesi için verdikleri çabayı alkışlıyorum.

                Son söz olarak şunu demek isterim: Öykü dahil roman, deneme, anı vb. edebiyatın bütün dalları biçimsel anlamda kardeştir. İşlevsel olarak şiir de kardeştir. Ama bir farkla: ŞİİRİ LEYLEK GETİRİR!