Daha önceki yazılarımda adına “villa” denen yapıların verimli tarım arazileri üzerine yapılmasını doğru bulmadığımı belirtmiştim. Bugün ise “villa” diye anılan bu binanın geçmişine gidip nasıl ortaya çıktığına bir bakalım.

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, yazlıkta veya şehir dışında bahçeli ev olarak tanımlanıyor. Latinceden köken almış bir kelime. Tarımsal yerleşim, çiftlik, kır evi, konaklama yeri, köy, oba, mezra gibi anlamları var. İspanyolcada küçük kasaba anlamına geliyor. Aslında İngilizcedeki  “village”  yani “köy” de aynı kökten türetilmiş. Dilimize İtalyancadan geçtiği düşünülüyor. Böyle olunca da İtalya ve İtalyan kültürü ile bağlantılı olması beklenir. Araştırma sonunda tam da öyle olduğu anlaşıyor.

Bu kadar kelime kökeni bilgisinden sonra gelelim bina olarak ifade edilen villanın serüvenine.

Roma Cumhuriyeti, imparatorluğa dönüştüğünde zengin Romalıların kırsala çekilmeleri modaymış. Kırsal evi şehir merkezine çok uzak değilmiş, hatta çoğundan bakıldığında şehir görülürmüş. Özellikle imparatorluğun memurları bu kırsal evlerini dinlenme yeri olarak görüyor, burada geçirdikleri sürede tarımsal faaliyetlerin yanında edebiyat, mimari ve müzikle de uğraşıyorlarmış. Bu evler yani villalar rahat ve şık dekore edilirmiş. Villalarda su dağıtım sistemi, banyolu odalar, duvarlarda freskler, mermer ve mozaik kaplı zeminler bulunurmuş. Odalardaki banyoların ısınması için zemin altındaki boşluklardan sıcak hava pompalayan ocaklar bulunurmuş. Genellikle iki kat olan binanın etrafı yüksek duvarlarla çevrilirmiş. Bu villaların yapılması ve insanların böyle bir ortamda yaşaması, etraflarında yapılan büyük ölçekli tarımsal faaliyetlerin sayesindeymiş.

Villanın ardına düşüp, İtalya’ya geldiğimizde ise Rönesans’ın etkili şehri Floransa çıkıyor karşımıza. Floransa her zaman etrafındaki kırsal bölgelerle bağlantılı olmuş. Taşrada mülk sahibi olmak, imkânı olanlar arasında popüler bir yatırım biçimiymiş. Evler genelde bir zeytinliğin içine ya da bir çiftliğin tam ortasına yapılırmış. Şehirli bir aile yılın farklı mevsimlerinde zeytinyağı, şarap ve et ihtiyacını karşılamak için kırsala çıkarmış. Kent ve tarımsal alan arasındaki bağımlılık aslında kırsalın bereketini kutsayan bir durummuş. Böyle bir ortamda tarımı güzel sanatlar gibi rafine zevklerle birleştiren kır evlerinin inşa edilmesi Floransalılara özgü bir hayat tarzıymış. Daha sonraları kırsalda villa modası daha geniş coğrafyalara yayılmış. Hatta Medicilerin yaptırdığı Villa Medici Roma’yı, Villa Madama da Vatikan’ı inşa edildikleri hâkim tepelerden hala izlemektedirler. Bu durumda, eski Roma’nın kırsaldaki malikâneleri gibi, İtalyan villası da tarım ile dinlenme ve eğlenceyi birleştiren idealize edilmiş bir kır eviymiş.

Başka bir açıdan bakıldığında ise, “villa” yaban hayatının, tarımın, hayvancılığın ve uygarlığın bir binada sembolize edilmiş hali olarak kendini gösteriyor.

Tabii ki şehrimizin hemen her mahallesinde, köylerimizin her köşesinde mantar gibi biten villa ve çeşitli boyutlardaki minik villacıklar yukarıdaki tanımlara hiç uymuyor. Bizim villalar tarımla iç içe olmak yerine tarım arazisini yok etme pahasına yapılıyor. Hayvansal üretimi kontrol etmek yerine hayvanların meralarınıbetonlaştırıyor. Orijinal villa kavramıyla tek benzerlikleri ise etraflarını çevreleyen yüksek soğuk duvarlar, ama bu duvarların içinde üretim ile alakalı hiçbir şey yok. Bu duvarlar villaları doğadan ve diğer villalardan izole etmek maksadıyla kullanılıyor. Hele duvarların yüksekliği yeterli bulunmayıp bir de üzerine çekilen o yeşilimsi bez yok mu? Doğaya karşı yapılan saygısızlığın zirvesi. Yani bizim villalar, villaların ortaya çıkış maksadıyla hiçbir benzerlik göstermiyor. Sadece isimleri benzer.

Umarım geç olmadan, portakalın, incirin, üzümün, elmanın, domatesin, buğdayın, susamın, koyunun ve keçinin yerlerini işgal eden bu villalara bir düzen, bir kural gelir. Çünkü böyle giderse, bu villa modası Fethiye’mizi Fethiye yapan özellikleri hızlıca elimizden alacak, bize de beton ve para kalacak. Bu süreci yaşayan şehirlerden yükselen feryada kulak verelim: “Beton yenmez, para yenmez! Hala şansınız varken doğanıza sahip çıkın! Doğa yoksa, villa, beton yığınından başka bir şey değildir.”